Skip links

LOUVRE MÜZESİ’NDE GEÇİRDİĞİM ZAMAN

        Paris’e ilk gittiğimde listemdeki en önemli duraklardan biri Louvre Müzesi’ydi . Burası sadece  sanatseverlerin değil, tarihe ve kültüre ilgi duyan herkesin görmesi gereken bir yer.

        Louvre’un tarihi 12.yüzyıla, Kral Philippe Auguste dönemine kadar uzuyormuş. İlk olarak ,Paris’i Viking saldırılarından korumak amacıyla bir kale olarak inşa edilmiş. 16.yüzyılda, I. François dönemiyle birlikte Louvre, kraliyet sarayına dönüştürülmeye başlanmış. 

        Yukarıda ki resimde ; Louvre Müzesi’nin arka kapısında yapılan tadilatın, camla kaplanarak dışarıya yansıyan kısmı, tarihi yapının estetiğini bozmadan korumuşlar. Bu ince düşünülmüş detay, modern tadilat çözümlerinin tarihi yapılarla uyum içerisinde nasıl uygulanabileceğini gösteriyor.

        Louvre’un saray olarak kullanımı 17. yüzyılın sonlarında sona ermiş. XIV.Louis ,sarayı terk ederek Versailles’a taşınmış ve Louvre ,sanat için bir merkez haline gelmiş. Fransız Devrimi’nin ardından resmi olarak halka açık bir müze olarak kapılarını açmış.Napolyon Bonapart’ın Louvre üzerindeki etkisi, müzenin bugünkü haline gelmesinde büyük rol oynamış. Napolyon’un fetihleri sırasında Avrupa’nın dört bir yanından getirdiği sanat eserleri, Louvre’u büyük bir sanat koleksiyonu haline getirdiği görünüyor.

        Kapıdan adımımı attığım an, bu devasa yapının geçmişin izleriyle dolu atnosferi beni büyüledi. Louvre’un avlusundaki ünlü cam piramit,modern ile klasik arasında kurulan köprünün mükemmel bir simgesi olmuş. 

        I.M.Pei’nin tasarımı, müzenin işlevselliğini ve estetiğini bir araya getirerek etkili bir giriş noktası oluşturmuş. 

        İçeriye girdiğimde ise her köşesi bir sanat eseriyle dolu olan bu labirent beni içine çekti. Özellikle Mona Lisa’yı görmek istiyordum.Tabloyu ilk gördüğümde şaşırdım;küçük boyutuna rağmen etrafında toplanan kalabalık,eserin ne denli büyük bir etki yarattığını gösteriyordu. Her açıdan baktığınızda sanki bakışlarınızı takip ediyordu. Leonardo da Vinci’nin bu başyapıtı, gizemli gülümsemesi ile ün kazanmış.

        Mona Lisa’yı gördükten sonra , bir başka başyapıt olan Venüs de Milo’ya doğru yöneldim. Antik Yunan sanatının bu muhteşem eseri, her açıdan zarafetle doluydu. Heykelin eksik kolları, Venüs’ün  estetiğine gizem katmış gibiydi.

        Jacques -Louis David’in Napolyo’nun Taç Giyme Töreni adlı büyük tablosu beni çok etkiledi. Napolyon’un taç giydiği o ihtişamlı anı, dev boyutlu bu eser aracılığıyla adeta o anda yaşadım.

        Her köşe, her salon bir başyapıtla doluydu ve nereye bakacağımı şaşırmıştım. Louvre’da beni etkileyen bir diğer eser, Winged Victory of Jamothrace oldu. Bu heykel ,Louvre’un Merdivenlerinin başında yükseliyor ve adeta ziyaretçileri selamlıyordu. Zafer tanrıçası Nike’yı temsil eden heykel,rüzgarın etkisiyle uçuşan kıyafetleri ve güçlü duruşuyla göz alıcıydı.

        Burada geçirdiğim saatler  boyunca,her köşe başında yeni bir başyapıtla karşılaştım. 

        Antik Mısır’dan ,Orta Çağla, Rönesans’tan modern zamanlara kadar her dönemin sanatına ev sahipliği yapıyor.

        Louvre,sadece sanat eserleriyle değil,aynı zamanda tarihin en önemli belgeleriyle de dolu. Bunlardan biri, antik Babil’in hükümdarı Hammurabi’nin kanunlarını içeren Hammurabi Yasaları ( Code of Hammurabi ). Bu taş levha,insanlık tarihindeki en eski yazılı kanunlardan biri. Hammurahi’nin adalet anlayışı,cezalar ve yasalarla ilgili ilkelerin nasıl ortaya konulduğunu gösteriyor.

        Louvre müzesinde , batı sanatının değil , Doğu’nun da derin izlerini görmek beni gerçekten etkiledi. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman ‘ın ,Kana’ da Düğün resminde bulunması.Mona Lisa ile aynı salonda bulunmaktadır. Rehberimiz, tablonun Venedik’teki  kilisenin yemekhanesini süslemek için kullanıldığını  ve Napolyon’nun da ganimet olarak el koyup ,Louvre getirdiğini belirtti.

        Tablonun konusu, İsa’nın Kana Köyü’ndeki bir düğüne katılıp, şarabı biten düğünde suyu şaraba  dönüştürmesiymiş.

        Mücevher bölümüne adım attığımda, gözlerimi ilk anda büyüleyen şey, gösterişli taçlar, zengin işlemelerle süslü broşlar ve eski sarayların şaşalı yaşamına dair izler taşıyan kolyeler oldu.

        Odanın en dikkat çekici parçalarında• biri de Napolyon’un eşi Josephine için tasarlanmış  mücevherlerdir. Mücevher Odası’ndaki her parça,sanatın ve zanaatın ne kadar özenle bir araya getirildiğini gösteriyordu.

        Müzenin sonuna geldiğimde , Louvre müzesinin mağazasına uğramadan edemedim. Mona Lisa temalı bir kalem, müze tişörtlü ve şık bir cüzdanla müzeden ayrılırken, hem görsel hem de kültürel anlamda doyurucu bir deneyim yaşamıştım.

        Louvre Müzesi, sanatın büyüleyici dünyasında bana unutulmaz anılar kazandırdı.